Tarih: 07.03.2023 10:43

VİCDAN VE GÜVEN DUYGUSU

Facebook Twitter Linked-in

Aklî melekelerini yitirmemiş bir insan insaflı olur, vicdanla yaşar. Her söylem ve davranışlarını vivdanî kıstaslara göre yapar. İnsanlar hakkında kötülük düşünen ve fenalık yapanlara vicdansız, bunun tam tersi iş görenlere de vicdanlı diyoruz.Bunlar sosyal hayatta, ekseriyetle istimal edilen, dillendirilen terimlerdır.
   Peki vicdan denilen bu mümtaz duyguyu nasıl tanımlıyabilirız.
   Kısaca vicdan: insanın içinde bulunan manevi duygulardan meydana gelen, vicdanî his ile, iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilikten haz ve lezzet duyan ve kötülükten de hüzün, gam ve elem duyan manevi bir his, bir duygudur diye tarif edebiliriz. 
   Bu vicdan dediğimiz his, insanî değerleri dengeleyen ve bu değerlere istikamet veren en önemli duygulardan biridır.
   Vicdan, bir manayı ifade eder. Yani varlığı, düşünce yoluyla kabul edilen, ancak zihinde belli bir görüntü veya tasavvuru uyandırmayan bir kavramdır.
   Sağlıklı vicdanî duyguya sahip birinın, şayet iyilık eder ve güzel bir davranış yaparsa, lezzet alabiliyor ve gönül rahatlığı ile uyuyabiliyorsa, o fiili veya söylemi vicdanîdır, denilir. Eğer bu davranışlarından ötürü uykusu kaçıyor, kendisine elem ve ızdirap yaşatıyorsa, o vicdana aykırı bir hareket olarak kabul edilır, o şekilde algılanır.
   Netice itibariyle insan fıtratı yalan söylemez. Her bir insan yaptıklarının fena bir iş olduğunu veya güzel bir eylem veya iyilık olduğunu bilir. Madde ve manasiyla sağlıklı olan bireyler, kusur ve hatalarından ötürü pişmanlık hisseder ve o yanlışlardan döndükleri gibi, yaptıkları o kötülüklere bedel, artık iyilikle muamele etmek suretiyle, o kusurlarını da telâfi edebilirler.Ve yeri geldiğinde özür dilemesini de bilirler. Zira özür dilemek ve gönül almak haddizatında bir erdemlık ve kadirşinaslıktır. Özrünü beyan etmek insanı küçültmez, tam aksine büyütür, ona itibar kazandırır, şerefine şeref katar.
   Vicdan, bir tek duygudan ibaret değildır. Bediüzzaman; vicdanın ve ruhun dört unsurundan bahseder. Bunlar: "İrade, zihin, his ve Lâtife-i Rabbaniyedır. (bunların) her birinın gayatü'l-gayası (ulâşılacak en son noktası) vardır. 
   İrade'nın ibadetüllâh (Allâh'a kulluk) tır.
   Zihnın marifetüllâh (Allâh'ı bilme ve tanıma)dır.
   Hissın muhabbetüllâh (Allah sevgisi) dır.
   Lâtifenın müşahedetüllâh (Allah'ı müşahede edebilmek) dır.
   Takva denilen ibadet-i kâmile (eksiksız kulluk), bunların dördünü tazammun eder (içine alır)" diye izah eder.(1)  
   Bu izahtan anlaşıldığı üzere vicdan; dört mükemmel duygunun bir araya gelmesiyle hasıl olan donanımlı, insanî değerlerın başında gelen, bir temel duygu olarak anlaşılmalıdır. Bu kâmil, vivdanî değerlere sahip olanlara ne mutlu!
   İnsanlar hakkında fena düşünmek ve kötülük yapmanın değişik yol ve yöntemleri vardır. Bunları kısaca üç şekilde mütalaâ edbiliriz.
   Birincisi: Doğrudan doğruya bizzat kendisının insanlara zulmetmesi, haksızlık yapması ve mağdur etmesidır.
   İkincisi: Dolaylı yollardan birilerini azmettirmek veya talimatlar vermek marifetiyle, bu kötülükleri yaptırmasıdır. 
   Haliyle, "Es-sebebu kel fail" kaidesince sebep olan, azmettiren, aynen o fiili yapan gibidır. Bunun hayır ve şer'de veya iyilık ve kötülükte olmasının hiç bir farkı yoktur.
   Üçüncüsü: Gerçeğe aykırı olarak, sevmediği veya kendisine muhalif bildiği insanları, yalan ve yanlış bilgilerle İhbar etmek suretiyle, ifsad etmektır.Yani o kimsede bulunmayan bazı suçlarla onu itham etmek veya iftira atmak suretiyle, malına ve canına kasdetmek, mağduriyetine sebep olmaktır.
   Görüldüğü üzere, bu biçim ve yöntemlerle çevrelerine zarar verenler, hiç bir zaman ciddi anlamda sevilmezler, huzurla ve mutlulukla yaşıyamazlar.
   Bu tip insanlar, "Bir şey iki kişi arasında cereyan ederse, o sır olmaktan çıkar." hakikatının sırriyla, perde arkasında yaptığı o kötülüklerın, birileri tarafından bilindiğini vehmederler ve bu şüphe ve vehimle sürekli insanlardan korkarlar ve kendilerini sosyal hayattan tecrit ederler.
   Genellikle bu tarz insanlar, ictima-i (sosyal) hayatta itibarsız oldukları gibi, psikolojik bir eziklik içerisinde yaşarlar. Bazı kesimlerden hürmet ve saygı görüyorlarsa eğer; bu da ya korkudan veya onların şerlerinden korunmak içindır.
   Konuya bir kaç örnekle nihayet vermek isterım.
   Birincisi: Eski koalisyon hükümetlerının birinde Başbakan yardımcısı ve parti başkanı, Çankaya'da kaldırımda bir sarı ticari taksiye el kaldırır.Taksiye binince şoför, "Aaa ne kadar da falancaya  benziyorsunuz" deyince; adam, "Doğrudur, o bizzat kendisidır." Diye cevap verince; şoför, "Ama korumalarınız yok, tek başınızasınız." Dediğinde de, "Ama ben hiç kimseye kötülük yapmadım ki." Diye karşılık verir.
   İnsan kötülük düşünmedikçe ve her hangi birilerine fenalık yapmadığı sürece, hep güven içinde olur, huzurla ve mutlulukla yaşar.
   Kraathanelerde gençlerle çay içen, parklarda yaşlı emeklilerle hasbihal eden, kısaca halk ile iç içe yaşıyan nice mülkiye amirlerini, Vali ve Kaymakamları gördük.
   Sosyal medyada hatıraları, menkibeleri yansıyan ve "Super Vali"  olarak bilinen meşhur Recep YAZICIOĞLU hiç unutulmayacağa benziyor. 
   Biz küçükken, Mardin'ın bir Celâl KAYACAN valisi vardı. Hala ismi güzel hatıralarla dilden dile dolaşmakta ve sevgiyle anlâtılmaktadır.
   Sırf vicdanî davranışlarından ve hep iyilik düşündüğünden dolayı, meçhûlden gelen ve üzerine yağan kurşunlarla şehid edilen, Diyarbakır eski Emniyet Müdürü Gaffar OKAN'nın ismi hep hayırlarla yad edilir. O, "Diyarbakır halkına eziyet edeni yakarım." Unutulmaz sözleriyle, Diyarbakır'lıların gönlünde sevgiyle yer edinmiş müdürdür. Bu sevgiye istinaden, özellikle o dönemlerde Diyarbakır'lılar, doğan erkek çocuklarına hep GAFFAR ismini gururla verdiler.

   Bütün bunlardan bahsederken;

  "Dicle kenarında bir kurt kaparsa bir koyunu,
   Gelirde adl-ı İlahî sorar Ömer'den onu."

   Diyen ve yönetim ve sorumluluk anlayış ve endişesiyle gözüne çoğu zaman uyku girmeyen Ömer'den söz etmemek ve ihmal etmek olmaz.
   Uzak diyarlardan, araştırma ruhuna sahip bir gayr-i müslim, Medine'ye varıp, Hz. Ömer'i görmek ister. Medine'ye dahil olduğunda rast geldiği ilk kişiye Ömer'i sorar.
   Ömer'ın, mütevazi bir çalışma yeri vardır. Oraya vardıklarında, O'nu yerinde görmezler. Zira o an yerinde yoktur. Nerede görebileceklerini sorduklarında;
   Arada bir yorgunluğunu gidermek ve bir nebzecik dinlenmek üzere kenar mahalleden, dışa doğru uzayıp giden, filancanın sakin hurma bahçesine gider, demişlerdi.
   Bunun üzerine rehberin refakatinde misafir adam, anılan bahçeye gelirler. Uzaktan birinın kılıcını ağaca astığını ve uzun uzadıya yatıp uyudugunu görürler.
   Refakatçi adam, "Ha işte! Ömer oracıkta uzanmış uyuyor! " Deyince; yabancı adam hayretle; "Ama bu ıssız yerde, bu koca devleti yöneten Ömer'ın yanında ne bir bekçi ve ne de bir koruma memuru bulunmadan, burada nasıl tek başına bulunabilir, bunda olsa olsa bir yanlışlık olmalı." Deyince, yanındaki müslüman Medine yerlisi adam; "Bu Ömer'den başkası değildır." diye sözünü tekrarlayıp te'yid edince;
   Yabancı adam elini Ömer'e doğru uzatarak:  "Âdelte, Eminte, Nimte." Diyerek Ömer'ın din'inın hak olduğunu izhar eder ve İslâm'a dahâlet ederek, iman eder.
   Zira bu veciz sözlerinin çok derin manaları söz konusudur. O manada şudur:
   "Şüphesiz ey Ömer! Sen her işinde, her icraatında hak'tan ayrılmadan, hep âdil oldun, âdaletle hükmettın. İnsanlara dini, dili, irkı ne olursa olsun, eşit davrandın ki, insanların şerlerinden, yani sana zarar veremiyeceklerinden emin oldun. İnsanların güvenini kazanan, onların şerlerinden emin olan, kendisini güvende hisseden, ancak korkusuzca bu çölde, bu ıssız yerde uyuyabilir." Diye fikrini ve hayretini dile getirdikten sonra, kendisini de bu emniyetli güven ortamına dahil eder. Yani mu'min olur.
   Ey Hattab oğlu Ömer! Sen, ne kahraman oğlu kahraman, civanmert bir adamsın ki; uykun bile insanları irşad eder, hidayetlerıne, doğru yolu bulmalarına vesile olursun.Sana minnettarız, şükran borçluyuz. Ruhun şad olsun.
   Hayat, kendi seyrinde akar gider. Ama hayatın değerli olması veya olmaması, o kişinin kullanma şekline bağlıdır. İnsandan geriye kalan sadece, insanlık adına yaptığı hayırlı iyi işlerdır. Akıllı bir insan için mühim olan; bu Dünya'da hoş bir sada bırakmak ve hep hayırla ve sevgiyle anılmaktır.
   Sabit ve kat-i şaşmaz bir kuraldır ki: Hiç kimseyi incitmeyen ve haksızlık etmeyen, sadakat'tan ayrılmayan ve her işinde adil olanın, başı her daim dik, alnı açık bir şekilde, şeref ve itibariyla, huzur ve mutlulukla yaşar.

   "Akıl gibi zenginlık, cehalet gibi yoksulluk, iyi âhlâk gibi miras, ilim'den daha büyük şeref olamaz."   




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —